22 Mart 2009 Pazar

Avrupa Şampiyonuyuz !


Ne maçtı ama.Son yıllarda izlediğim en harika spor müsabakasıydı.Avrupa'nın en büyük ikinci kupasının Challenge Cup'ın finali İzmir'deydi ve bir İzmir takımı da finalde.Biz İzmirliler kadar şehirlerine aşık başka insanlar göremezsiniz ve yıllardır hiçbir spor dalında başarılı olamadığımız için bu final bizim için çok ama çok değerliydi.Sağanak yağmura rağmen salonu tamamen doldurmamız bunun en güzel kanıtıydı.Tribündeki insan kalitesinin yüksekliğini de belirtmeme gerek yok herhalde.

Aslında maça kötü başlamıştık. İlk seti kaybederken oyundan hiç memnun değildik ve şahsen Arkas'ın her maçı 3-0 kazanmasına alışmış bir topluluk olarak biraz şaşırmıştık da. Savunmamız çok aksaktı ve blokların hepsi dışarı gitti. İkinci seti çok zorlanarak kazanırken seyircinin oyunun ne kadar içinde olduğunu ve voleybolu ne kadar bildiğini gördük. 2-1 geriye düştüğümüzde televizyonda ne kadar belli oldu bilmiyorum, ama maçı döndürmek için gerekli enerjiyi veren taraftar oldu. Mehter marşıydı, 10.Yıl Marşı'ydı derken coştu tribünler. Ardından hucümda Gökhan ve Duerden'in şovu başladı, savunmada daha dikkatli olmaya da başladık. İnanılmaz dördüncü set uzatmaya gitti. Heyecandan yerimizde duramadık, her aldığımız sayıda 10.Yıl Marşı tekrar tekrar çalarken ev sahibi olmanın avantajını sonuna kadar kullandık. O sırada bir babanın her aldığımız sayıda nasıl havaya fıradığını ve kücücük kızıyla gülümseyerek devamlı çak yaptığını gördüm. Bu kadar insan bu salondan üzgün ayrılamayız dedim içimden. Tırnaklarımızı yediğimiz anlar sonunda çığlık çığlığa aldık seti ve o anda aslında kupayı da alacağımızı anlamıştık. Derken yine heyecan ötesi geçen bir son set ve kupanın gelişi. Mutluluktan havalara uçan bir salon insan, İzmirli olmanın gururunu yaşayışımız ve kupa törenli mutlu son.
Herşey muhteşemdi, Trt3 yerine daha çok izlenen bir kanaldan verilmesini ve tüm Türkiye'nin bu maçı izlemesini çok isterdim. Türkiye yine İzmir'deki bir gelişmeden bir haber oldu böylece.

It's a Wonderful Life


İzlemem gereken filmler listemin en üst sıralarındaydı bu Frank Capra efsanesi.Geçen seneydi sanırım, yapılan bir ankette ''insanları hayata en çok bağlayan film'' seçilmişti.Mutluluk saçan filmlere bayılırım.Little Miss Sunshine ve Stranger Than Fiction'a olan aşkımın da esas nedeni budur aslında.

Film enteresan bir şekilde iki parçaya ayrılıyor farkettirmeden.Huzur içinde yatmasını dilediğim büyük insan James Stewart'ın oynadığı George Bailey karakterinin hayat hikayesi birinci kesit, filmin Angel-A'nın nereden esinlendiğini anladığımız bölümü ise ikinci kesitini oluşturuyor.İlk kesit gerçek dünyayı harika anlatırken, ikinci kesit ütopyalarla efsaneleşiyor.Bir insanın var olmaması durumunda neler olacağını görmesi gibi inanılmaz bir fikir harika işlenmiş.1946 yapımı olduğunu düşünürsek zamanının ne kadar ötesinde bir film olduğu da çıkıyor ortaya.5 dalda Oscar adayı olup da The Best Years of Our Lives'a hepsini kaptırması da Taxi Driver'ın ödülleri Rocky'e kaptırdığı 1977'yi hatırlattı bana.Neyseki Imdb'de 31. olarak en azından hakkını orada alabilmiş.Bense daha da yukarılara bile koyabilirim bu efsaneyi.

- Please! I wanna live again. I wanna live again. Please, God, let me live again.

Willie Solomon


Solomon'u geri getirmek için çabaladığımız, ama Solomon'u ikna etmemize rağmen Bobby Jackson'ın sakatlığından dolayı Kings'in vermek istemediği söyleniyordu.Roto'da yazan habere göre Jackson'ın ameliyatı yaza ertelenmiş ve parkeye dönüyormuş.Solomon'un dakikaları yine 10 civarına ineceğinden Sacramento artık onu bırakmaya razı olabilir.Türkiye Ligi'nde imza için son gün 17 Nisan.Bu imzanın olasılığına inanmayı bile sevdim.Hüsranla geçen sezonu ancak Solomon unutturabilir...

Güneşi Gördüm


İzlemem bile şaşırtıcı gelmiş olabilir. Ama önyargılarıma rağmen zorla olsa da gittim filme ve birçok kalitesizliğine rağmen vasatın üzerindeydi film. Gerçekten. Türkiye'nin ihtiyacı olan bir filmdi aslında. Türk-Kürt ayrımına, eşcinsel ayrımına, devletin büyük hatalarına, fakir insanların çilelerine, dünyadan ne kadar geride olduğumuza kadar birçok konuda bilgilenmek istemeyen, gözlerini, kulaklarını kapatmış Türk halkına birşeyler verebileceğini düşünüyorum filmin.

Elbette birçok noksanı var. Birincisi seyirciyi ağlatmak için çok kasılmış. Müzikler dram ötesi ve sahneler bitmek bilmiyor, kavuşma ya da vedalaşma sahneleri dakikalar sürüyor. Bu sahneler bitsin diye bekliyorsunuz resmen. Bir diğeri de birçok konuda güzel eleştiriler varken, Kürt kökenli bir öz eleştirinin olmaması. Beni esas sinirlendiren sahneyse, spoiler olacak biraz gerçi ama, filmdeki tüm acılı sahneler dakikalarca sürerken, şehit evindeki sahnenin sadece iki saniye sürmesiydi. Müzik bile girmedi neredeyse, ama kasıtlı olduğuna da inanmak istemiyorum.

Yönetmenlik ya da çekim olarak sınıfta kalıyor olsa da, insanlıktan çıktığımız bugünlerde sırf vermek istediği mesajlar sebebiyle hepimizin izlemesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum. Daha doğrusu dünyadan bir haber kesimin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Kim bilir belki de bu Türk ''Crash''i en bilinçsizlere bile biraz empatiyi ve hoşgörüyü verebilir.

21 Mart 2009 Cumartesi

Albert Camus Der Ki


Hayatta ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiç bir zaman beklediğim köşeden gelmedi…

11 Mart 2009 Çarşamba

Melekler ve Şeytanlar


Dan Brown'un Da Vinci'nin Şifresi'nden sonraki romanı Melekler ve Şeytanlar'ın filmi bizde 15 Mayıs'ta gösterime girecekmiş.Tom Hanks yine başrolde Robert Langdon'ı oynarken, filmin esas esprisi Carlo Ventresca'yı Evan McGregor'un oynamış olması.Bir diğer başrolünse Bakış Açısı'nın Veronica'sı Ayelet Zurer'in olması şaşırtıcı.Daha iyisini kesinlikle bulabilirlerdi.Mesela Rebecca Hall olabilirdi.Neyse izlemeden eleştirmeyelim, zaten fragman da başarılı sayılır, ama büyük bir gerçek var ki o da kitaplardan uyarlanan filmlerinin çoğunun kitabın hakkını veremiyor olması.Bunun dışında kalan belki bir tek Godfather'dır, ya da To Kill a Mockingbird'tür...

En Minik Taraftar


Gerçi bizde birçok doğumda Fenerbahçe marşı çalındığını biliyorum, ama bu daha sempatik bir kare olmuş.Mutu formayı imzalarken kim için olduğunu biliyor muydu acaba...

Duvar


Sevgilim, seni Fiorentina'dan bile çok seviyorum.

Floransa'dan sempatik bir duvar yazısı.Şehrin çoğu duvarında Juventus'a ya da Moratti'ye küfürler varken bu yazı çok hoş durmuş duvarda.Gerçek bir Viola yazabilir sadece bunu, hatta biraz da zoruna giderek yazmıştır kim bilir.Sonradan kız arkadaşıyla ayrılıp da yazdığına pişman olmuş mudur bilinmez...


5 Mart 2009 Perşembe

Baggio & Del Piero


Biraz eski ama olsun, bu resimin güzelliği başka hiçbir yerde yok.
İki ayrı jenerasyonun iki ayrı Tanrısı.Biri Baggio, biri Del Piero, daha büyükleri var mı? Sanki yok...

Way to Fall


Son You'd better take it all
They'll tell you what they know
But they won't show
Son, You'd better wait to shine
They'll tell you what is yours
But they'll take mine
Oh There's a hole inside my boat
And I need stay afloat
For the summer Long ...

Yine Bukowski'den


Hiç bir zaman olması gerektiği gibi değil dedi insanlar,
müziğin sesi, sözcüklerin yazılışı.
hiç bir zaman olması gerektiği gibi değil, dedi,
bütün bize öğretilenler, peşinde koştuğumuz aşklar, öldüğümüz bütün ölümler,
yaşadığımız bütün hayatlar, hiç bir zaman olması gerektiği gibi değiller,
yakın bile değiller.
birbiri arasındaki yaşadığımız bu hayatlar,
tarih olarak yığılmış, türlerin israfı, ışığın ve yolun tıkanması, olması gerektiği gibi değil,
hiç değil, dedi.
bilmiyor muyum? diye cevap verdim.
uzaklaştım aynadan.sabahtı, öğlendi, akşamdı,hiç bir şey değişmiyordu.
her şey yerli yerindeydi.bir şey patladı, bir şey kırıldı, bir şey kaldı.

Bukowski'den


ancak o mahvolmuş hayat bizimki olduğunda,
işte o zaman farkına varırız intiharların,
ayyaşların,hapisane kuşlarının,uyuşturucu müptelaları ve benzerlerinin.
varoluşun menekşeler kadar, gökkuşağı kasırga ve
tamtakır mutfak dolabı kadar olağan bir parçası olduklarının...