30 Nisan 2009 Perşembe

Jameson


İrlandalı olmak güzel bir duygu olsa gerek. Ekonomiye tavan yaptırdılar ve içme üzerine olan hayatlarına da devam ediyorlar. İrlandalı olsaydım herhalde takımlarım Boston Celtics ve Celtic olurdu. Bira zaten doğuştan belli, Guinness. İdol belli, Roy Keane. Müzik grubu da belli U2. Karakter de çatlak olmak zorunda. İşte bir diğer belli olansa viskin, o da tabi ki Jameson...

Diğer viskilerde bulamayacağınız yumuşak bir içimi var. Damağınızı yormayan, içinizi yakmayan sanki sertliği biraz alınmış gibi olan yumuşak bir tat bu. Nedeni de herhangi bir Scotch viskisi 2 kere imbikten geçerken Jameson'ın 3 kere geçirilmesi. 12 yıllık versiyonu içinse, beyaz İspanyol şaraplarının ahşap fıçılarında bekletilmesi de tadına o yumuşaklığı veren başka bir neden. Yaban mersini suyuyla ya da zencefilli gazozla karıştığında muhteşem olduğu söyleniyor, ama uğraşmak istemediğimden denemedim tabi ki. Sadece sek hali bile harika olmaya yeterli zaten.

Fiyat olarak da ''overrated'' Jack Daniels'dan çok az daha ucuz.Umarım Jameson günün birinde sadece Türkiye'de olan, insanların artistlik yapmak için Jack Daniels ve Chivas Regal içme kıroluğundan nasibini almaz.
İrlandalılar gibisi hakikaten yok ama bu alkol sektöründe. Rakı üretmeye kalkmasınlar da günün birinde, havamız sönmesin ülke olarak.

24 Nisan 2009 Cuma

Waltz with Bashir 2 Persepolis 3


Evet karşılaşmanın sonucu bu. Animasyon pek sevmem aslında, özellikle de anti-gerçekçi japon animasyonlarını, ama Persepolis'i sevmemek elde olmadığından tutulmuştuk izlediğimizde. İran'daki olayları eleştirirken aslında doğunun yanı sıra batıya da çok büyük eleştiriler getirirken, gerçekçiliği sayesinde etkilemişti herkesi. Biz türklere çok da uzak olmayan bir konuydu hem.

Animasyona olan ön yargım kalksa da hala birçoğunu tereddütle izliyordum. Waltz with Bashir de Oscar'da En İyi Yabancı Dilde Film ödülüne aday olsa da tereddütle yaklaştığım bir animasyondu. Belki de biraz geç izlememin nedeni de buydu. Bashir, film olarak başlayıp, bir belgesele dönüyor aslında. İsrail'in 1982'de Lübnan olayında yaptıklarını inceliyor. Gayet dürüst bir dille hem de. Makro eleştiriler yaparken, bir bireyin geçmişiyle yüzleşme problemlerini ve bilinçaltının karmaşasını da gözümüze sokmadan anlatabiliyor. Yine de zaman zaman tempo düşüyor ve kalite vasata inebiliyor, nereye bağlayacak diye mızmızlanıyorsunuz. Ta ki o müthiş finali görene kadar. Göğsüme yumruk yemiş gibi oldum desem yeridir. Bu nasıl bir tokattır. İzleyen İsrailli acaba ne düşünmüştür, gerçekten çok merak ediyorum.

Zar Adam



Kitabın kapağının Olasılıksız'a benzemesinden ya da En Çok Satanlar Listesi'nde olup, arkasındaki abartılmış yorumlardan anlamalıydım bu kitapta hiçbir şey olmadığını. Hayatınızı değiştirecek diyordu, öyle de oldu, uzun zaman sonra ilk kez bir kitabı yarım bırakıyorum. Evet vaktimi çalan ruh hastası Zar Adam, zara rakamlar verdim, 1-2-3-4-5-6'ya ''gelirsen bu kitabı bırakacağım'' yazdım ve zar geldi! Bestseller olmak, parayı vurmak bu kadar kolay mı, bu kadar mı şans işi yoksa! Nasıl bir dengesizlik bu anlamak mümkün değil.

Aslında bir iyilik de yapmadı değil kitap, kendi senaryomu yazmam için ilham verdi, bundan kötüsünü yazamam nasıl olsa.

İnsanlık Halleri




Teoman'ın yeri ben de hep ayrıdır. Beni onun sözleri kadar etkileyebilen başka hiç kimse yok bu dünyada. Ünlü yazarlardan, ünlü şairlerden bile daha gerçek ve daha dokunaklı Teoman. Hem kendisiyle hem dünyayla sorunu vardı. Belki de bu yüzden büyüme çağıma damgasını vuran birçok söze imza attı. Her zaman beni bana anlatıyor gibi geldi. Gerçi herkes reddetmeye gücü olmadığı ilişkinin sonuna dayanmakta zorlanmıştır, ya da sevmeden seviştiği bir vücuda alışmıştır, herkes bir ara kendisini kayıp bir bavul gibi hissetmiştir, ya da mutlaka bir pencereden dünyaya bakıp haline üzülmüştür, ama yine de benim gibi bazı şarhoş yaz geceleri dönüşünde bahçedeki rüzgar gülüyle sohbet edecek ya da sigara yanıkları olan kör bir dilenciye çiçekleri soracak kadar ya da otopark olmuş plajına bakıp içecek kadar fanatik pek yoktur herhalde.

Yalnız bir sorun var. O da yeni çıkan albüm. Görülüyor ki bu sefer, Teoman artık eski Teoman değil. Neredeyse tüm şarkıların mantığı aynı olmuş bu sefer. Sarhoş erkek sevmediğini kadının koynunda hep. Dünya ile bir sorunu kalmamş gibi sanki artık. Zorlama geldi bana sözler bu sefer, melodiler ve vokal de öyle keza. Bir Teoman albümü dinlerken sıkılacağımı hiç düşünmezdim, ama maalesef bu kez öyle oldu. Belki de Teoman birine aşık olana ya da iyi kötü büyük bir olayla karşılaşana kadar ondan birşey beklememeliyiz artık.

Ya da ben mi büyüdüm diyorum acaba, bu evinden uzak yalnız kovboy seviyesini geçeli çok oldu aslında. Duman'ın albümleri de çok arabesk geldi bana bu sefer. Evet belki ben de değişiyorumdur. Belki de hayalperest değilim artık güzel hayaller peşinde, elimi de yakmıyor bu kaynar sular artık. Belki de uğraşmıyorumdur artık bu eskimiş kelimelerle.Hatta anaforda boğulmuyorum artık, her filmden kitaptan bir rol de seçmiyorum hem.Belki de gün, ''bugün''dür.
Zaman mı değişti yoksa ben mi? Geride kaldı o günler...

9 Nisan 2009 Perşembe

En iyi Film Noir


Biraz geç olmasına rağmen çok severek keşfettiğim bir film türü oldu film noir.Bir film noir, yani karanlık film sayılması için bir filmin, karanlık bir atmosfer yaratma amaçlı makyaj ve aydınlatma tekniklerini es geçersek, siyah beyazı makbul, kötü kadın ve sayesinde zor durumda olan bir adam, mutlaka bir suç ve onu çözmek isteyen dedektif, ikilemler, depresiflik, alkolizm ve tabi ki heyecanla karışık gerilim olmalı, ama en önemlisi olmazsa olmazı bir tabanca tabi ki.Karakterler havalı laflarla, karanlık çekimlerle, hiç söndürmedikleri sigaralarıyla ve kara mizah esprileriyle karizma abidesine dönerler hep.En iyi örneklerinde The Third Man, M, Maltese Falcon ve Strangers on a Train'i sayabiliriz.Bu türün en balon filmiyse çok övülmesine rağmen diğer filmlerin yanında çok sönük ve yapay duran Charles Heston'ın bile kurtaramadığı Touch of Evil.Bana göre en iyisiyse 1944 yapımı olan efsanevi Double Indemnity.

Double Indemnity gördüğüm en zeki filmlerden biri.Müthiş bir zekanın ürünü olan şahane kurgulanmış senaryosu sayesinde hiçbir efekt olmadan insan nasıl heyecanlandırılır dersi veriyor adeta.Bir filmin ilk sahnesinde sonunun gösterilmesi akımın da önderlerinden biri film.Aşk ile başlayıp, suçla devam eden, ardından aşk ile bencillikler, masum olma çabası ve kendini kurturma gelgitleriyle, zeki komplolarla ve en ince detaya bile inilmesiyle ve kara mizah anlayışıyla şahane bir film çıkıyor ortaya.Öte yandan Fred MacMurray'in bu rölüyle Oscar'a aday gösterilmemiş olması da inanılır gibi değil.Zaten zamanının bu kadar ötesinde bir film olmasına rağmen yedi dalda aday gösterilip hiçbirini alamaması da Oscar'ın hiç ciddiye alınmaması gereken bir ödül olduğunun birçok kanıtından biri.

- Yes, I killed him. I killed him for money and a woman and I didn't get the money and I didn't get the woman. Pretty, isn't it?

4 Nisan 2009 Cumartesi

3 Boyutlu U2 Zevki


Hayatımın grubu diyemem belki, ama yine de U2'nun anlamı büyüktür benim için.With or without you, one, all i want is you ve sometimes you cant make it on your own müthiş dörtlüsünü sevmeyen yoktur herhalde zaten.
U2'nun konserlerinde normal albümlerinden daha iyi söylediğini ve müthiş sahne şovlarını daha önceden bilmemize rağmen, sinema salonunda üç boyutlu konser halinin nasıl olabileceğine dair bir fikrimiz yoktu.
Cevap: mükemmeldi !
Bono'nun yüzünüze bakarak söylemesi, the Edge'in her el hareketini önünüzde yapması, konserdeki insanların arasına karışmanız, şahsen bana konserdeymişim hissini verdi gayet.All i want is you'yu söylememesi dışında kusursuzdu diyebilirim.
Hele bir With or Without You finali var ki, hele müziğin patladığı final bölümün giriş saniyesi... O an ''hiç bitmese keşke'' dedik.Son seanstan çıkmasaydık, yani başka bir seans daha olsaydı o gazla ona da girerdim.O kadar iyiydi işte.
And you give
And you give
And you give yourself away !

Phoenix'in Hali


O kadar kızgınım ki Suns'a. Yıllardır üstüste şampiyonluklar yaşayacağımıza playoff'a kalamama tehlikesini hissettiğimiz bir sezona kaldık. Tek nedeni takım sahibi Sarver ve basketbol uzmanı gibi takılıp da aslında hiçbir şey bilmeyen Spurs ajanı mı bizim GM mi belli olmayan Steve Kerr. Yıllardır her hamlenin yanlış olduğunu batug.com'da ki suns yazılarımda da hep söyledim. O zamanlar kimse benim kadar farkında değildi hataların, abarttığıma dair mailler bile alıyordum. Keşke aşırı mükemmelliyetçilikle yazdığım ve abarttığım doğru çıksaydı, ama maalesef gördük ki fazla keskin olmayı bırakın az bile eleştirmişiz. Playoff yapamayan bir contender...

1 Nisan 2009 Çarşamba

Bukowski'den Etki ve Tepki


En iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur
sırf uzaklaşmak için,
ve geride kalanlar
birinin onlardan uzaklaşmayı neden isteyebileceğini
bir türlü tam olarak anlayamazlar.